Batmayan Güneş

Batmayan Güneş
  • 5Dakika
  • 1396Kelime

İnsanlar bir an bile cehaletin karanlığına düşmesin diye Allah (c.c) ilk insanı peygamber olarak gönderdi. İnsanı huzursuzluğa, toplumu yanlış istikamete sevk eden fena işlerin kurbanı olmadan, doğruları öğrenebilsin diye. Kendilerine gönderilen peygamberlere ilk anda iman etseler de, nefis ve şeytanın hile ve desiselerine mağlup olan insanlar, belli bir süre sonra tuzaklara itinayla bezenmiş cazibeli yemlerin etkisiyle tekrar karanlığa yüzünü çevirmiştir. Bu sebeple, her geceden sonra güneşin tekrar doğması gibi dünya her cehalet karanlığına bürünmeye başladığında Allah, güneş misali dünyayı aydınlatan yeni bir peygamber göndermiştir. Karanlığın en koyu pençesinde kıvranan zaman diliminde gönderilen son güneş, sadece dünyayı değil nuruyla bütün kâinatı aydınlatmıştı. O güneşin adı Hazreti Muhammed (sav) idi. O geldi, insanlara sadece mucize olan Hâk kelâmı Kurân-ı Kerîm’i, tevhidi, temizliği, bilimin ve modern tıbbın aciz kaldığı medeniyeti değil, aynı zamanda aşkı öğretti. Şefkat, merhamet, sabır, tevekkül, vefa, tahammül, kanaat, cesaret, feraset, tevazu kavramları O’nunla (sav) gerçek manasını buldu. İnsan olmanın kul olmakla kaim olduğunu, yücelere çıkan merdiven basamaklarının aşağıya doğru döşendiğini öğretti. Su nasıl ki yükseklere değil en aşağı mecralara akarsa, Allah’ın rahmetinin de tıpkı su misali; kibir ve büyüklenme içinde olanlara değil alçakgönüllü kalplere temayül edeceğini bütün hayatı içerisinde hem kavli hem fiili olarak anlattı.

Dünyaya gelirken Kisra’nın sarayında sütunlar devrilmiş, bin senedir sönmeyen Mecûsilerin ateşi sönmüştü. Tüm kâinat, ilahi kitapların ve peygamberlerin geleceğini işaret ettiği, hasretle beklenenin artık geldiğini haber vermişti. Kâbe’deki putlar başta olmak üzere yıkılması gerekenler yıkılmış, kibirli zenginlik ve zalim gücün ayaklar altına almaya çalıştığı izzet, tekrar şerefini bulmuştu. Altmış üç senelik bereketli hayatında vesile olduğu yeryüzündeki değişiklikler tüm mahlûkata yansımıştı. Artık karanlıklar kaybolmuş, insanlık kendi aslına rücu etmiş, güneş, ay, yıldızlar, hayvan ve nebatat bile o nurdan istifade etmişti. Kısacası vazifesini tam manasıyla ve layıkıyla tamamlamıştı. Veda Hutbesindeki mesajı işiten can kulağı ve müstesna gözyaşları dışında O’nun artık gitme vakti geldiğini pek fark eden olmamıştı.

Sene 632 en yüce davete icabet vakti

Doğmadan önce babasını, altı yaşındayken annesini kaybetti. Bir çocuğun anne babasına en çok ihtiyaç duyduğu zamanlarda bile o yetim ve öksüz olarak çocuklar arasında oynadı. Allah’ın sevgilisi olmanın ağırlığını dünya hayatında altmış üç sene taşıdı. Kimi zaman yiyecek bulamayıp aç yatarak ama şükrü ve sabrı yoldaş ederek, kahir ekseriyetle sıkıntılarla geçen hayatın yükünü taşıyan naif bedeni günden güne takatini kaybetmeye başlamıştı. Bu durum artık gel diyen “Refiki Âlâ”nın açık davetiydi. İlk zamanlarından beri hep yanında olanlar da, daha yeni tanımış, bulmuş olanlarda O’nsuz bir dünyada yaşamanın endişesi içindeydiler.

Dünya gözüyle O’nu gören gözler, O’nun sözünü işiten kulaklar, elini tutan, tenine dokunan eller en nasipdar en bahtiyar azalar oldu. Fakat ayrılıkların en acısı herhalde buydu. Rüyanın en güzel yerinde uyanmak gibi… Kavuştum derken ayrılmak gibi…

Ey Medine’ye hicretinde O’na refakat izni çıktı diye sevinçten ağlayan Hz. Ebubekir (r.a),

Ey bir hasırın izini Peygamber Efendimiz’in narin bedeninde görmeye tahammül edemeyen Hz. Ömer (r.a),

Ey edep ve hayâ timsali Hz. Osman (r.a),

Ey ilmin kapısı Hz. Ali (r.a) ve ey ateşin etrafında pervane misali dönen yüz yirmi bin sahabe efendilerimiz, sizler nasıl dayandınız bu firak acısına?

Bu yüzden miydi bazılarınızın “Ya Rabbi O’nun vefatından sonra artık bu dünyada görecek güzellik kalmadı, benim gözlerimi al” diye dua etmesi ve kalan hayatını âmâ olarak tamamlaması.

Rebiülevvel ayının on ikinci günü pazartesi öğleden sonra Cebrail a.s gelir. “Ya Rasulallah kapıda birisi var, içeri girmek için izin ister” “Kimdir o ey Cebrail?” “Azrail’dir” “Onun vakti geldi mi?” “Evet, geldi” içeri giren ve “Allah sana selam söyledi Ya Rasullallah” diyen Azrail a.s’a “Emrolunduğunu yap, bende Rabbimi çok özledim” buyurur. Efendimiz gitmek ile dünya hayatında biraz daha kalmak arasında tercihini en yüce sevgiliye gitmek yönünde kullanır. İzni alan Azrail a.s Efendimizin (sav) ruhunu kabzetmeye başlar. Güzeller güzeli sağ elinin şehadet parmağını yukarı doğru kaldırarak “Evet, evet, Refikûl âlâ” dedikten kısa süre sonra eli yavaşça yana doğru iner. Hz. Aişe Validemiz birkaç kez seslenir “Ya Rasulallah beni duyuyor musun?” cevap gelmeyince en yüce dosta gittiğini anlar. Bir sayha ortalığı kaplar “Yıkılsın Medine” yıkılan sadece Medine miydi?

Ebubekir Efendimiz vefatını duyunca odasına gelir. Güzeller güzelinin yüzündeki örtüyü kaldırarak “Ya Rasûlullah ölün bile ne kadar güzel” diyerek hafifçe eğilerek dudaklarını son kez maşukuna temas ettirir. Hz. Ömer’in (r.a) “Kim Muhammed öldü derse onu bu kılıcımla öldürürüm” demesi neyi kabul edememekti? Efendimiz’in, “Erihna Ya Bilal” diyerek ezan okumasını işaret ettiği Bilâl-i Habeşi’nin (r.a) “Baktığım her şey O’nu hatırlatıyor, ben artık Medine’de duramam” deyip Şam diyarına giderken beraberinde neleri götürdü?

Sahabe Efendilerimiz değildi sadece O’nun ayrılık acısıyla kavrulan… Serbest bırakılan devesi Kusva, Medine’nin ağaçları, kuşları, gözle görülen görülmeyen bütün mahlûkat “Refiki Âlâ’ya” giden Efendimizden sonra bu dünyada O’nsuz geçecek gecelere, gündüzlere, yıllara nasıl tahammül edilebileceğinin telaşında, O’na tekrar kavuşabilmek için vuslat hesabı yapmaya başlamıştı bile.

Tek teselli; ahirete irtihaline az bir zaman kala Allah’ın sevgilisinin sözleri olmuştu.

“Ben gidiyorum ama orada sizi bekleyeceğim” demişti. “Sizi sırat köprüsünde bekleyeceğim, beni orada bulamazsanız mizanda (amellerin tartıldığı terazi başında), orada da bulamazsanız en nihayet Kevser havuzunun başında bekleyeceğim” demişti. O’na âşık bütün gönüller bir an önce bu dünya imtihanının sona ermesini ve vuslatı arzuluyor. Eğer âşık ile maşukun vuslatına vesile olacaksa ölümü istemek niye garipsensin? Firak acısının ağırlığı ölüm acısından fazla olursa terazi ne yapsın?

Bugün Peygamber Efendimiz’den bahsederken gözleri dolan insanlar görürsünüz. O’nu dünya gözüyle hiç görmediği halde ona âşık olan insanlar vardır. Bunun sebebi, kalplerinde O’na duyulan muhabbet değildir sadece. Hayatlarında O’nu rol model olarak kabul edip sünnetine kıymet vermelerinden kaynaklı bir buluşma noktası olmasıdır.

Sevmenin alameti sevdiğine uymaktı. O’nu seven O’nun yanına O’nun istediği şekilde gidebilmenin hesabını yapar. Bizler O’nu göremedik ama O bizleri hiç unutmadı. “Ah o kardeşlerimi bir kere görebilseydim” derken O’nun mucizelerini görmeden iman edecek, sevecek, sünnetini yaşayacak olan bizleri kast ediyordu.

Kişi sevdiği ile beraberdir. İnşallah bizler de yakında O’na kavuşacağız. Şimdi aradaki tek perde yaşıyor olmamız. Allah c.c bizleri Havz-ı Kevser başında O’nunla beraber olmayı nasip eylesin… Vesselam…

 

0
0
0

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Posts