Sessiz ve ıssız odamda iki dertli var bugün; kalemim ve ben…
Ne oluyor bilmiyorum her sene 18 Mart gelince kalemime bir şeyler olur, adeta yazmak için çırpınır durur. Fakat bu sefer çabuk fark ettim derdini; yine Çanakkale’den haber vermek, içini dökmek istiyor. Ama Çanakkale’yi unutan mı var yiğidim, ne diye çırpınırsın? Unuttuk mu zannedersin, bizim için canını veren kahraman ecdadımızın emsalsiz mücadelesini.
“Gâvur kapıya dayanmış, durmak olmaz” diyerek henüz on beşinde okuldan cepheye koşan genç yiğitlerin diplomasını Çanakkale’de nasıl aldığını…
O diploma ki, mürekkebi şehit kanıyla yazılmış; namus uğruna, vatan yolunda kahramanca çarpışan genç hayallerin “şehadet belgesi.”
Ağlama yiğidim, beni de ağlatma, zaten ellerim yüreğimden beter titrer. Sancağı mı soruyorsun, anladım; hani şu tamamı şehit olan 57. Alay’ın sancağını… Düşman bile anladı da, kendi müzesinde “Saygıyla selamlamadan geçmeyin” diye ibretle teşhir ediyor… Merak etme 57. Alay’ın tamamı şehit olsa da o sancak yere hiç düşmedi, inşallah bundan sonra da düşmeyecek.
Seyid Onbaşıyı mı anlatmak istiyorsun? Evet, 18 Mart’ta her biri yüzen şehir misali, zırhlılarla boğazı geçmeye çalışanların belalısı Havran’lı Seyid Onbaşı’yı ben de özledim. Rumeli Mecidiye Tabya’sına düşen bomba sadece cephaneliğe değil yüreklere de düşmüş ama çırpınan ümitleri yok edememişti. Kol, bacak bir yana, sağanak sağanak yağan ölüm bir yana. Neredeyse bütün tabya sonsuzluğa kanatlanmış, ortalığa can pazarı kurulmuştu. Niğdeli Ali’nin şaşkın bakışları arasında Seyid’im nasılda yüklenmişti mermiyi… Kemik sesleri arasında “La havle” diyerek namluya sürdüğü 276 kg. mermi, bitti denilen bir savaşı geri çevirmişti. Tepeden manzarayı izleyen gözleri yaşlı komutanlar “Allahû Ekber” sesleriyle dilekçelerini en yücelere çoktan göndermişlerdi.
Ezineli Yahya Çavuş mu dedin? Hani şu Ertuğrul Koyu’nda altmış altı arkadaşıyla 3 bin düşman askerini denize gömen yiğitlerden? Bilmez olur muyum, neden mi çırpınmış şehit olmak için. Annesi ona “Balkan Savaşı’nda yenilmemize rağmen eve sağ döndün, eğer Çanakkale’de de yenilip eve sağ dönersen analık hakkım sana haram olsun, git oğul, git! Ya zafer getir ya da şehadet!” dediği için var gücüyle mücadele etmişti. Daha yeni doğan oğlunun yüzünü bir kere görmeden, hasretiyle cennete kanatlanmıştı.
Onlar savaşta ne yiyordu merak ediyorsun değil mi? Bak sana biraz anlatayım. Sen de, fazla kilo sorunu olan günümüz gençlerine anlatırsın. Sabah sadece şekersiz üzüm hoşafı; ekmek yok, çorba yok. Öğlen, hoşaf da yok. Akşam yine şekersiz üzüm hoşafı ve tam ekmek… Ekmek tam diye sevinme hemen, sen belki bilmezsin. Ekmek tam ise ertesi gün sabah ve öğlen yemek yok demek, ta akşama kadar aç beklemek demekti. Yarın akşam mükellef sofra mı beklersin, sadece buğday çorbası ve tam ekmekti gelen. Ama kimin umurundaydı. Hepsi emsalsiz birer kahraman olan gönüllü vatan evlâtları ölürken bile Hakk’ın huzuruna aç gitmek pahasına, yemeğini ziyan etmemek için ekmeğini arkadaşına vermekten biran bile çekinmedi.
Bugün gençler üzgün, gençler stresli; kimi tuttuğu takım bu hafta yenildiği için, kimi sevdiği kızdan cevap alamadığı için, kimi fındık kabuğunu doldurmayan başka bir sebepten dolayı depresyon yaşıyormuş. Ama o gün Çanakkale’de toprağa düşen arkadaşını görmesine rağmen “Allah, Allah” diyerek siperinden düşman üzerine atlayan yiğitlerde stres yoktu değil mi?
Çanakkale anlatmakla bitmez, yazmakla da bitmez. Çünkü Çanakkale Savaşları bitmedi, hâlâ devam ediyor. O gün zırhlı gemilerle gelmişlerdi; bugün teknolojik silahlarla, sinema filmleriyle, dizilerle, sosyal medyada iftiralarla ahlakî erozyon hedefinde hızla yol alıyorlar.
Ve sen genç kardeşim, delikanlım;
Çanakkale’yi unutma ve unutturma. Yolun ne zaman tarihten geçse Çanakkale’de dur biraz, dinle; atalarının kanlarıyla sulanmış bu toprakların sesine kulak ver. Çünkü kulağınla değil ancak yüreğinle işitebileceğin o ses senden bir cevap bekliyor. Düşman zırhlı gemilerle; senin vatanını, namusunu, hürriyetini, inancını kısaca her şeyini almak için gelmişti. Ama ümmet olmanın şuurundaki ecdadın, emanete sahip çıktılar, vermediler. O gün maddenin mânâya, bâtılın Hakk’a karşı mücadelesiydi. Bayrak şimdi sende, koş ve emaneti senden sonrakine ver.
Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi:
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın,
Hedefe varmayan mızrak utansın,
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen,
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın”
Vesselam…
0
0
0